Bütün Mücadelemiz Şeffaf Bir Devlet, Gerçek Bir Demokrasi İçin!

İnsanlara mutluluk veren bir devlet ne tür özellikler taşımalıdır sorusuna birçok cevap verilebilir.

 

Ancak bunların hiçbiri “Şeffaflık” özelliğinden daha önemli ve öncelikli olamaz.

Çünkü devletin şeffaflığı, hem denetimi, hem vatandaşların sandık yoluyla iktidarlara hesap sorabilmesini sağlayan en birinci etkendir.

Bütün haksızlıklar, hukuksuzluklar örtülü bir yapı içinde gerçekleşir.

Bir noktadan sonra her şeyin derin karanlıklara gömüldüğü ülkelerde, ne insani erdemler, ne toplumsal huzur, ne de ekonomik adalet ve refah tesis edilebilir.

 

Nitekim Türkiye derin çalkantılarla geçen uzun bir dönem içinde devlette şeffaflık olmamasının bütün acılarını yaşadı.

1945’te tek partili siyasi dönemden çok partili hayata geçsek de, örtülü iktidarlar, görünmeyen güçler, perde önünde başka perde ardında başka şeylerin sahnelendiği oyunlar sürüp gitti.

Seçilmiş iktidarlar, görünmeyen gizli iktidarla adı konulmamış koalisyonlara mecbur edildi.

Haliyle böyle bir siyasal mekanizma, ülkenin sorunlarına çözüm üretemediği gibi, sık sık kendisi bir sorun olmaya mahkum edildi.

Şeffaf olmayan bir yapının ürettiği bu sisli dumanlı bir ortam içinde, sayısız askeri darbe yaşadık.

Muhtıralar, dayatmalar, “ya istifa edersiniz ya da...” türü tehditler sürüp gitti.

“Uygun ortam oluşturmak” adına, ülke birçok çatışmaya sürüklendi.

Terör bir manivela gibi kullanıldı.

 

Faili meçhul cinayetler, karanlık odalarda işkenceler, asit kuyularına atılanlar, yasaklar, baskılar, birbirine kırdırılan gençler, sırf düşüncesinden dolayı hapishanelere atılan yazar, düşünür ve sanatçılarımız, kılığından kıyafetinden dolayı aşağılanan, ayrımcılıklara maruz bırakılan insanlarımız...

Hepsi de bu tür dönemlerin en bildik icraatı olarak zihinlerimizde taptaze duruyor.

 

AK Parti’nin Kasım 2002’de iktidara geldiği andan itibaren en büyük önceliği devleti şeffaf hale getirmek için mücadele etmek oldu.

Devlet “ele geçirilecek” ya da “sızılacak” bir gizlilikler dünyası değildi.

Devlet, milletten bağımsız, milletin üstünde, adeta kendi kendini var etmiş ve milletin kendisine minnet duyması gereken bir kutsal da yapı değildi.

Devlet, milletin emrinde ve millete hizmet eden bir teknik aygıttan ibaretti.

AK Parti olarak, bu düşünceyi kuvveden fiile döndürmek için çalıştıkça önümüze her türlü engel çıkarıldı.

 

Darbe teşebbüslerinden, muhtıralara, terör ve cinayetlerden kapatma davalarına, gezi provokasyonlarından 17 Aralık kumpaslarına kadar...

Neler yaşadık neler...

Ancak milletimiz arkamızda dağ gibi durduğu için şu ana kadar bütün oyunları birer birer bozduk, bütün kumpasları berhava ettik, hiçbir tehdit ve şantaja boyun eğmedik. 

Hala aynı mücadeleye bütün kararlılığımızla devam ediyoruz.

İster militarist, ister juristokratik, ister sivil, hiçbir bir zümre veya grubun kaynağını milletten almayan bir yetkiyle donanıp sisli, dumanlı, gizemli ve karanlık yollarla devlete egemen olmasına asla ama asla izin vermeyeceğiz.

Bu verdiğimiz mücadele, asla bir ideolojik mücadele değildir.

76 milyonu eşit, bir ve kardeş sayan ve hepsinin mutluluğunu aynı anda önemseyen klas bir duruşun mücadelesidir.

 

Bu verdiğimiz mücadele, anlayışı, düşüncesi, etnik kökeni ve inanç biçimi ne olursa olsun herhangi bir kişiyi, grubu ve zümreyi ne hedef alır, ne de hukuku ve demokrasiyi çiğnemişse ona bir ayrıcalık ve imtiyaz tanır.

Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun Rize konuşmasında bir kere daha açıkça altını çizdiği gibi, “Türkiye’de millete ve milli iradeye kurulan her tuzağın ve yapılan her kumpasın hesabı sorulacaktır.”

Çünkü bu devlet;

Birilerinin örtülü amaç ve ihtiras dolu hayallerinin nesnesi değil, 76 milyon milletimizin şeffaf bir hizmet karargahıdır.