28 Şubat 1997’den 28 Şubat 2012’ye

“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” denilir.

Yani, insan zihni unutkandır.

Oysa günümüzü anlamak, geçmişi hatırlamakla mümkündür.

 

Hatırlayalım;

 

Rahmetli Özal’ın ülkeyi demokratik bir kalkınma çizgisine getirme çabaları, hep olduğu gibi, bürokratik-vesayetçi çevrelerde büyük bir rahatsızlık meydana getiriyordu.

 

28 Şubat’a bir günde gelinmedi elbette. Her darbe öncesinde yapıldığı gibi, taşlar birer birer döşendi. Özellikle 1993 yılı, söz konusu müdahaleye giden yolu döşemekte, baş döndürücü olaylarla kilit bir yıl oldu. Özal, hala tartışılan şaibeli bir ölümle hayata veda etti. Eşref Bitlis de aynı şekilde. Madımak’ta Cumhuriyet tarihimizin en büyük trajedilerinden biri yaşandı. Önce Uğur Mumcu, sonra da Kemalist kimliğiyle öne çıkan Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve daha birçok isim, karanlık cinayetlere kurban edildi. Her cinayetin ardından “irtica” söylemleri ayyuka çıkarıldı. Kürt asıllı birçok işadamı peş peşe faili meçhul cinayetlerle infaz edildi.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da on binlerce faili meçhul cinayet işlendi, göz altılarda kaybolup giden insanlarımızın haddi hesabı yoktu.

 

Refahyol hükümetinin kurulmasıyla beraber, irtica söylemleri iyice zirve yaptı ve militarist girişimler daha somut hale geldi. O dönemin kendilerini “merkez medya” olarak tanımlayan basın kuruluşları, 28 Şubat müdahalesine zemin ve gerekçe hazırlamak için gerçekten basın tarihimize utanç olarak geçecek bir gayretin içinde girmişlerdi. Her gün irtica öcüsüyle ilgili bir manşet düzenliyorlardı.

 

Kimi zaman 7-8 yaşındaki çocukların Cumhuriyeti yıkmak için Kuran Kurslarında nasıl yemin ettiği, kimi zaman pompalı tüfekli adamların anıtkabir etrafında görüldüğü, kimi zaman Kalkancı-Fadime vb hikâyeler, kimi zaman belediye otobüslerinde mini eteklilere jilet atan timler olduğu türünden yığınla uydurma haber, gazete ve televizyonlar aracılığıyla kamuoyuna pompalanıyordu.

 

Birçok gazeteci gazetesinden çok karargâhlarda vakit geçiriyor, oralardan aldığı çıktıları, araştırmacı gazetecilik gibi topluma sunuyorlardı. Eğer Refahyol hükümeti yıkılmazsa, askerlerin her an darbe yapacağı havası ve korkusu bütün bir ülkeye hâkim kılınmaya çalışılıyordu. O dönemlerin en çarpıcı manşeti ise “Bu sefer silahsız kuvvetler halletsin” idi. Tabii, onlar halletmezse, artık okun iyice yaydan çıkacağı da bir sopa gibi toplumun üzerine tutuluyordu.

 

Yeri geldi mi HSYK içinde Adalet Bakanı müsteşarının bulunmasının yargı bağımsızlığını zedelediğini söyleyen yüksek yargı mensupları, o dönemde askerlerin verdiği brifinglere koşuyor, irticacılara karşı nasıl yargılama yapmaları gerektiği yolunda aldıkları talimatları ayakta alkışlıyorlardı.

 

O zamanın YÖK Başkanları, “İrtica söz konusu ise bilim askıya alınır” diyerek üniversiteleri 28 Şubat cuntacılarının emrine amade kılmışlardı.

Kısacası, basın, yargı, üniversiteler ve bazı sendikalar “silahsız cunta” olarak sahnede önemli bir yer tutuyorlardı.

 

Nihayet 28 Şubat 1997’deki MGK’dan malum kararlar çıkarıldı. Birkaç ay sonra da koalisyon ortağı DYP içinde istifalar başlatılarak Refahyol hükümeti bitirildi.

Ülkede müthiş bir sürek avı başlatıldı. O zamana kadar okuluna giden binlerce öğrenci okullarından uzaklaştırıldı. Durumu içine sindiremeyen birçok gazeteci susturuldu, hapse atıldı, işinden oldu. Brifinglerle tütsülenmiş yargıçlar marifetiyle partiler kapatıldı. Siyasetçilere yasaklar getirildi. Şiir okumanın bedeli bile cezaevi oldu. Katsayı vb düzenlemelerle eğitim felç edildi.

 

28 Şubat sadece siyasi yönleri olan bir süreç değildi tabii. İşin bir de ekonomik boyutu vardı. O zamanda kendilerini irticayla mücadele ediyor gösteren niceleri servetlerine servet kattı. Onlarca banka hortumlandı, katrilyonlarca hortumlama yükü, milletin sırtına yüklendi. 28 Şubatçılar, görünürde emellerine ulaşmışlardı ama milletin gönlünde asla bir yer bulamadılar.

 

Nitekim 2001’de Genel Başkanımızın kurduğu AK Partimiz birkaç sonra girdiği Kasım 2002 seçimlerinde ezici bir üstünlükle tek başına iktidara geldi. Daha sonra da her seçimde oyunu artırarak iktidarını pekiştirdi.

 

AK Parti ile Türkiye’nin nereden nereye geldiği, yakın geçmiş hatırlanınca daha iyi anlaşılıyor, değil mi?